Dev Bir Sipagetti Röportajı: Yakuza Liderinden Yakuza Gerçeğini Dinledik

22 Nisan 2019
Merhaba sevgili okuyucularımız. Uzun zamandır elimde olmayan sebeplerden ötürü sitemize yeni yazı ekleyemiyorum. Bu eksiklik elbet fark edilir; sevgili okuyucularımız mutlaka tatlı-sert tepkilerini belli eder, arar, sorar, mesaj atar diye bekledim ama nafile. Beni sürekli dürten ve “Şu vefasızlara sevgili diye hitap etme artık!” diyen şeytana rağmen gene, aynı pozitiflikle karşınızdayım.

Belki beni farkında olmadan sokmuş olduğunuz intikam arayan ruh halinden, belki de çok yakın zamanda okuduğum bir yazıdan çok etkilenmiş olmamdan, Japon organize suç örgütü Yakuza hakkında bir yazı hazırlamaya karar verdim.

Takdir edersiniz ki, Yakuza’nın tarihi Google’dan öğrenilemez. Yakuza, kendine ait ritüelleri ve kuralları olan, gizemli bir suç örgütü. Bu yüzden Yakuza’nın kökenlerini sizin için araştırmak ve sizlere birinci elden en doğru bilgiyi aktarmak için Japonya’ya gitmeye karar verdim.

Hemen kolları sıvayıp Yakuza ile iletişime geçmenin yollarını aramaya başladım. Facebook üzerinden Tokyo’da yaşayan ve dövmesi olan her Japona, niyetimi belli eden bir mesaj göndermeye başladım. Yaklaşık 350 kişiyle mesajlaştıktan ve birçok iyi niyetli Japon kardeşimizin yalnızlık problemine kısmi derman olduktan sonra, en güçlü Yakuza gruplarından biri olan, Yamaguchi-gumi’nin orta kademe yöneticilerinden birine ulaşmayı başardım.

Beni Yakuza liderlerinden biriyle görüştürmek için oldukça isteksiz olan aracımı, Barış Manço’nun akrabası olduğuma ikna edip, üzerine Youtube’da bulduğum Barış Manço Tokyo konseri görüntülerini de gönderince, aracım isteğimi kabul etti.
 
Hemen Japonya seyahatimi planlamaya başladım. Japonya’nın Türk vatandaşlarından vize istememesi içimi oldukça rahatlatırken, uçak bileti fiyatlarını görmem hem içimi kararttı hem de neden vizeye gerek olmadığını anlamamı sağladı. Azmin önünde hiçbir şey durmamalı ve okuyucularımıza en doğru bilgiyi aktarmak için gereken tüm fedakarlıkları yapmak boynumun borcudur düşüncesinden hareketle, hemen Sipagetti'mizin diğer yarısı, sevgili Quelthor’un arabasını sattırıp, business class Tokyo biletimi aldım.

Tokyo Narita Havaalanına indiğimde, aracımın söz verdiği gibi, iki siyah renkli Lexus marka araba beni karşıladı. Beklediğim kadar sıcak geçmeyen karşılamadan sonra, Yamaguchi-gumi üyeleri beni Tokyo'nun içinden geçirerek sanayi bölgesine benzer bir yere götürdüler. Yol boyunca stresten olsa gerek, bir yandan ne olur ne olmaz diye yanıma aldığım "Namaz Hocası" kitabını okurken, bir yandan da duty freeden aldığım iki kutu lokumdan birini yedim.

50 dakika süren yolculuğum, kocaman bir depoda son buldu. Yüzlerinde güller açmayan Yamaguchi-gumi üyeleri, beni deponun asma katında bir odaya soktu ve Japonya'nın en güçlü Yakuza grubu olan Yamaguchi-gumi'nin lideri Şinobu Tsukasa'nın huzuruna çıkardılar.

Öncelikle belirtmeliyim ki, Şinobu hiç bir şekilde Kurtlar Vadisi’nde gördüğümüz mafya patronlarına benzemiyor. Üzerinde çok pahalı olduğu belli bir takım elbise, turuncu bir şapka ve aynı renk bir atkı vardı. Bu tip durumları en başından öngörebildiğim ve Japonya seyahatime damatlığımla çıktığım için, kendimi hiç ezdirmeden, ülkemizi en iyi şekilde temsil ettiğimi düşünüyorum.
 
Geri kalan bir kutu lokumumu Şinobu'ya sunduktan sonra, metal bir masa etrafına oturup kendimi ve amacımı dilim döndüğünce anlatıp sorularıma geçmek için izin istedim. Şinobu, “Burada soruları ben sorarım…!!” diye çıkışınca az önce arabada ezberlediğim Sübhaneke’yi bu sefer içimden bir kez daha okudum.

Şinobu, kafasını bile kaldırmadan, “Ne öğrenmek istiyorsun?” diye sorunca, “Yakuza’yı…Yakuza tarihini” diye olabildiğince sakince cevap verdim… Şinobu cebinden çıkardığı Mevius paketinden bir sigara çıkarıp yaktı. Sonra o anlatmaya başladı, ben de yazmaya başladım…

Yakuza’nın kökleri 1600’lü yıllara, Tokugawa shogunluğuna dayanıyormuş. O dönemlerde Japon feodal hayatı dört ana sosyal sınıfa ayrılıyormuş. Samuraylar, çiftçiler, zanaatkarlar ve son olarak tüccarlar. Yakuza, kökenlerini bu dört sınıfın da altında görülen ve bir nevi dışlanmış olan iki sosyal sınıfa dayandırıyormuş. Birinci sosyal sınıf tekiya denen, köy köy gezip dini festival malzemesi satan bir nevi seyyar satıcı grup. İkinci sosyal sınıf ise bakuto denen kumarbazlar grubu. Tokugawa shogunluğu döneminde kumar oynamak yasak olduğu için, bakutolar insanlara gizli mekanlarda kart ve zar oyunları tertipliyorlarmış. Bakutoların vücutlarını renkli dövmelerle süslemesi geleneği ise, halen Yakuza üyeleri tarafından devam ettirilen bir gelenekmiş.

Bakuto denen ikinci grup, Yakuza yapılanması için daha önemliymiş. Japonlara kumar oynama geleneğini aşılayan, Yakuza’nın parmak kesme geleneğini başlatan ve en önemlisi, Yakuzaya ismini veren işte bu Bakuto grubu olmuş.

Şinobu’nun bu cümleden sonra duraklamasını fırsat bilip, Yakuza’nın kelime anlamının ne olduğunu sordum. Şinobu, ilk kez çok hafifçe gülümseyerek devam etti:
 
Yakuza, “işe yaramayan”, “iyi olmayan” demek. Aslında Yakuza kelimesi o dönemler Japonya’da çok popüler olan bir kağıt oyunundan geliyormuş. Bu oyunun kurallarına göre, elinize 8, 9 ve 3 kartları geldiğinde, toplamları 20 ettiği için bu el işe yaramaz ve iyi olmayan bir el sayılırmış. Ya, ku ve za’da sırasıyla 8,9 ve 3 rakamlarını ve işe yaramazlığı temsil ediyormuş.

Bakutoların ilk organize işleri, Japon yerel yöneticileriyle tertipledikleri dalavereler olmuş. İşçilere ödedikleri maaşların bir kısmını geri almak isteyen Japon yöneticiler, Bakutolar ile iş birliği yaparak işçilerin kumarda paralarını kaybetmesini sağlıyormuş ve bu kaybedilen paralar, Japon yöneticiler ve Bakutolar arasında paylaşılıyormuş. Bakutolar çok kullanılan ana yolların üzerinde, modern otellere benzer, yapılar kurup insanlara hem kalacak yer hem de kumar oynama imkanı sunmaya başlamış. Zaman içinde Bukutolar, kendi toprakları ve karlı işletmelerini korumak için her türlü şiddet kullanımına yatkın, oldukça iyi savaşçılar haline gelmiş. O kadar ki 1868 yılında, Boshin iç savaşı sırasında, taraflar samuraylardan daha iyi savaştıkları için, Bakutoları para karşılığında kendi taraflarında savaşsın diye kiralıyorlarmış.

Tokugawa shogunluğu çöktükten sonraki tür bülanslı yıllar, samuray sınıfının gücünü kaybetmesi ve demokratik görüşlerin ülke genelinde yayılması ile beraber Bakutolar, basit savaşçı kumarhane sahiplerinden, bugün bildiğimiz anlamda organize suç örgütü olan Yakuza’ya dönüşmüş.


Günümüzde Yakuza’nın, samuraylara benzer şekilde, inanılmaz bir gizlilik içinde kendilerine özgü katı hiyerarşi, terfi ve cezalandırma sistemleri varmış. Liderlerine sorgusuz sualsiz sadakat sunabilen Yakuza üyeleri, şiddet veya kumar performanslarına göre terfi alabiliyormuş. Liderine sadakat gösteremeyen veya Yakuza kurallarını çiğneyen üyeler için ise, en ciddi ceza infaz iken, ikinci en kötü ceza Yakuza örgütünden atılmakmış. Eğer bir Yakuza üyesi, kuralları çiğnediği için Yakuza’dan kovulursa, Yakuza liderleri, diğer organize suç örgütü liderlerini de haberdar edip, kovulmuş kişinin suç kariyerine (!) nokta koyuyorlarmış.

Filmlerde görülen, parmak kesme cezalandırması ise, gene Yakuza kurallarını çiğneyen, ama infazı ve Yakuza’dan atılmayı hak etmeyen üyelere uygulanıyormuş. Kuralları çiğneyen üyenin, İlk ihlalinde küçük parmağının ilk boğumu, ikinci ihlalinde diğer boğumu ve iyice arsız olup, hiç akıllanmayan Yakuzaların ise diğer parmaklarının diğer boğumları da kesiliyormuş.


“Yubitsume” denen parmak / parmak boğumu kesme ritüelinin kökeni de Tokugawa shogunluğuna dayanmaktaymış. O zamanlar kesilen her boğum ve parmak, savaşçının kılıcı tamamen kavramasına mani olduğu için, cezalandırılan birey, hayatta kalabilmek için gruba ve grubun korumasına daha muhtaç hale getiriliyormuş.

Yakuza bugün, toplamda 100 binden fazla üyesi olan, farklı grup ve klanlara bölünmüş dev bir organizasyonmuş. En büyük grup, daha önce bahsettiğim gibi, Şinobu Tsukasa'nın liderliğini yaptığı Yamaguchi-gumiymiş. Bu grup tek başına, Japonya'da bulunan tüm Yakuza varlığının yarısını oluşturuyormuş. Yakuza grupları, bir kaç istisna haricinde, uyuşturucu ticaretinden uzak duruyormuş. Asıl gelir kaynakları, insan kaçakçılığı, fuhuş, inşaat ve kumar.

Şinobu bana gururla, Yakuza prensiplerine göre çalmanın, alçakça ve onursuzca olduğu için, Yakuza'nın milyarlarca dolarlık, kanunlara uygun ve şeffaf ekonomik yatırımı olduğunu da anlattı. "Çalmak alçakça Şinobu Bey ama Filipinlerden kızları kandırıp Japonya'ya getirip, fuhuşa zorlamak değil galiba" der gibi oldum, ama Türkiye'de beni bekleyen yeni doğmuş bebeğimi düşünüp sustum. Yoksa Quelthor Bey'e sorabilirsiniz, tersim çok pistir. Neyse efendim, Şinobu Bey'in de konuşası varmış; bu sefer Yakuza'nın Japonya için nasıl olmazsa olmaz bir konumda olduğunu anlatmaya girişti.

Japonların çoğu Yakuza'nın varlığı konusunda karmaşık fikirlere sahipmiş. Kimisi adaletin üzerinde, tehlikeli bir grubun varlığından rahatsızken, kimisi de Yakuza'nın toplum içinde basit ve adi suçlu barındırmamasından, genel olarak tartışmalı da olsa acize zulmetmemelerinden ve ihtiyaç durumunda Japon halkına, Japon devletinden bile önce yardım etmesinden etkileniyormuş.

1995 yılında gerçekleşen ve Kobe kentini yerle bir eden depremden sonra Yakuza, hızlıca harekete geçerek afetzedelere yüzlerce tır dolusu ihtiyaç malzemesi göndermiş. Yakuza üyeleri sokağa inip, ihtiyaç sahibi herkese yardım etmiş. Benzer şekilde 2011'de yaşanan deprem ve tsunami sonrasında da, afetzedelere ilk yardım elini gene Yakuza uzatmış.

Sohbetimizin sonuna geldiğimizi, Şinobu'nun saatine bakmasından ve Tsubasa kılıklı bir Yakuza arkadaşın Şinobu'nun kulağına eğilip bir şeyler fısıldamasından anladım. Şinobu, kısa görüşmemiz sırasında üzerinde bıraktığım müthiş intibadan dolayı olsa gerek, tüm zarafetiyle yüzüme bile bakmadan masadan kalktı ve deponun kapısına doğru yol aldı.

Çıkmadan önce geri dönüp muhtemelen "şu adamın adresini, telefonunu alın, saçma sapan bir şeyler yazarsa gırtlağını sıkarız..." gibi bir şey demiş olmalı ki, üç adet Yakuza boş bir kağıda adresimi ve telefon numaramı yazdırdı. Çok direnmeden, sevgili ortağım Quelthor Bey'in açık adresini yazdıktan ve evi kolay bulabilmeleri için detaylı bir kroki çizdikten sonra, Şinobu Bey ile güzel bir fotoğraf çektirdim. Kendi güvenliğim için suratımı sansürlemiş olduğum için siz sevgili okuyucularımızdan özür dilerim.

Şinobu Bey (Ortada) ve şahsım (yüzüm sansürlü)

Fotoğraf çekiminden sonra, iki Yakuza eşliğinde beni kalacağım otele götürdüler. Dövmeleri ve siyah takım elbiseleriyle, Yakuza oldukları bana bile belli olan iki kişiyle otele girince, hayatımın en kısa check-in sürecini yaşayıp odama çıktım.

Odamda o gün yaşadıklarımı düşünecek, tartacak ve yazacak çok vaktim oldu... Fakat ben bu zamanımı düşünerek harcamak yerine "otele nasılsa Yakuza ile geldik, benden hesap mesap almazlar" düşüncesiyle mini barı talan edip, oda servisinden ne olduğunu anlamadığım şeyleri sipariş etmekle geçirdim. Nasıl olsa ertesi gün 12 saatlik bir dönüş yolculuğum olacaktı, en kötü ihtimal uçakta düşünürdüm.

Ertesi sabah bir adet hoş, iki adette nahoş sürprize uyandım. Nahoş olanlar sırasıyla, midemin hayal gücünün ötesinde bozulmuş olması ve resepsiyonda yediğim ve içtiğim her şeyin parasını benden almaları oldu. Bir yandan "Yakuza eskisi gibi etkili değil demek ki abi" diye hayıflanırken, diğer yandan kızımın hayat boyu özel okulda okumasına mani olacak oda borcumu kredi kartımdan çektirdim.

Sevgili okuyucularımız, yolculuğumun sonunda sizinle Yakuza hakkındaki genel düşüncemi söyleyecektim. Fakat bir türlü son kanaate varamıyorum. Bir yandan çıkarları için acımadan adam öldürebilecek bir organize suç örgütü, öbür yandan adi ve basit suçluları kontrol altında tutan, toplumda, kendilerinden kaynaklılar hariç, güvenlik hissi yaratan ve tüm afetlerde Japon halkına büyük yardımlarda bulunan bir Victoria's Secret Melekleri örgütü… Sonra düşündüm ki, 100 küsur milyon Japon bile geçtiğimiz yüzyıllar boyunca, Yakuza'nın notunu tam olarak verememişken, benim gibi günübirlik Japonya seyahati yapan birisi nasıl versin?

Yakuza, Japon toplumunun bir gerçeği ve ayrılmaz bir parçası. İyilikleriyle, kötülükleriyle benden uzak, Tokyo'ya yakın olsunlar...

Bir sonraki yazımıza kadar sevgiyle kalın.

Yorum yazmak için giriş yapın.
Giriş Yap
rolex hulk production tag heuer calibre 17 replica louis vuitton replica bags panerai flyback 1950 breitling navitimer world a24322 replica handbags uk perfectwatches rolex sea dweller models replica hermes g shock watches price in india omega seamaster orange rubber strap replica chanel rolex day date ii history omega homage watches fendi replica