Yecüc ve Mecüc

01 Aralık 2025

Ortaokuldayken bir arkadaşımın, "Oku, bak. Çok acayip şeyler var." diyerek evinden getirip verdiği, Ragıp Şevki Yeşim'in "Allah'ın Gazapları" kitabında mı geçiyordu, yoksa ayrıca başka bir yerde mi bu konuda konuşmuştuk hatırlamıyorum fakat, Yecüc ve Mecüc isimlerini ilk duyduğumda bana onların da Türk olduğu ve kıyamet günü ortaya çıkacakları o son savaşta herkesi yeneceğimiz söylenmişti. Açıkçası bu isimler o günlerden bu yana aklıma nadiren gelse de, o zamanlardan hatırladıklarımın üzerine pek bir şey koymamıştım. Ta ki, başka birşeyler okurken, İngiltere'de geçen, Gogmagog adlı bir canavar anlatısını duyana kadar...

Gog ve Magog'un başka dillerde Yecüc ve Mecüc anlamına geldiğini biliyoruz ancak Gogmagog olarak tek bir şeyi belirtir şekilde birleştirilip bir de bu ismin bir deve (dev... deve değil) verildiğini öğrendiğimde itiraf etmeliyim ki biraz şaşırdım. Bu isimler hakkında ilk duyduğum bilgiden fersah fersah uzaktaki bu yeni tanım beni bu konuyu biraz araştırmaya itti ve şu an okumakta olduğunuz bu yazı ortaya çıktı. Daha başlamadan şunu belirtmeliyim ki ben ne bu konuda bir uzmanım, ne de burada yazacaklarımın doğruluğu hakkında bir iddiam var. Ben yalnızca sizlerle burada kaynaklarımı da sunarak yaptığım araştırmayı paylaşıyor olacağım. Gelin beraberce Tevrat, İncil ve Kur'an'da geçen Yecüc ile Mecüc'ü tanımaya çalışalım.

Yecüc ve Mecüc olarak bilinen figürler, eski zamanlardan bu yana farklı kültürlerde çeşitli biçimlerde anılmış ve yorumlanmış. Onlar hakkındaki rivayetler ve anlatılar, ilk defa Mezopotamya ve İbrani yazınlarında ortaya çıkmış, ardından Hristiyanlık, İslamiyet ve diğer medeniyetlerin metinlerinde farklı anlam katmanları kazanmıştır. Anlatılar zamanla farklı şeyleri ifade eder şekilde değiştiği için bu konu hakkında tarihsel süreç göz ardı edilerek yapılan okumalar oldukça kafa karıştırıyor. Çoğu kez, "o başka bir şey değil miydi?" diye sorarken buluyorsunuz kendinizi. Bu sebeple bu yazıda Yecüc ve Mecüc'ü farklı zaman dilimlerinden kaynaklardan, kronolojik sıra ile incelemek bu süreci anlamak için daha kolay olacak diye düşünüyorum.

M.Ö. 600

En eski kaynak olarak Eski Ahit’in Ezekiel kitabına bakıldığında, Gog (yani Yecüc) ismi ve Magog (yani Mecüc) ülkesiyle karşılaşılır. Ezekiel’in 38. ve 39. bölümlerinde, kitapta geçtiği şekliyle, "Tanrı’nın halkı olan İsrailoğulları"na karşı kuzeyden gelecek büyük bir saldırıdan söz edilir. Burada geçen Gog, Magog ülkesinin bir hükümdarı olarak tanımlanır ve yanında Meşek,Tuval, Togarma gibi halklar da zikredilir. Bu anlatı, "Tanrı’nın halkı"nı sınayan ama sonunda Tanrı’nın kudretiyle yok edilen bir düşman figürünü işaret eder. Ezekiel metninde Gog ve Magog eskatolojik, yani kıyametle ilişkili figürlerdir. Gelişleri, büyük bir felaketin habercisi olmakla birlikte, Tanrı’nın nihai zaferini de müjdeler. Bu bilgi, bu halklar hakkında ilk öğrendiğim bilgi ile biraz benzeşiyor ama biraz da çelişiyor. Kıyamet ile birlikte ortaya çıkacak olmalarını biliyordum ama bana onların bir zafer kazanacağı söylenmişti. Diğer yandan Yecüc'ün bir halk olduğunu düşünüyordum; bu kitapta bir kişi ve muhtemelen bir kral. Üstüne üstlük Mecüc'ün de Yecüc gibi bir halkı işaret ettiğini zannediyordum ancak burada Mecüc'ün bir ülke olduğu belirtiliyor.

M.Ö. 300

Bu tarihlerde, Büyük İskender'in akınlar ile Anadolu'dan Mısır'a, İran'dan Hindistan'a uzanan kısa ömürlü imparatorluğunun etkilerinin görüldüğü yıllar.

Bu dönemde aslında ortaya pek fazla değişik Gog ve Magog anlatısı ortaya çıkmıyor. Ancak bu dönemde yaşananlar ilerideki anlatıları şekillendiriyor. İskender'in savaşarak imparatorluğunu genişlettiği sıralarda, genişleyemediği, ilerleyemediği yerler, yeni dönemde Yecüc ve Mecüc'ün toprakları, torunları, halkları olarak adlandırılmış. İskender'in ölümünden 100 yıl sonra kaleme alınan Sibylline Kehanetleri ile ilk kez Gog ve Magog, yıkıcı uluslar olarak adlandırılmaya başlanmış. Fakat bu kehanetlerde Kuzey-Güney ayrımının biraz karıştığı da görülebiliyor. Bu eskatolojik halklar için Ezekiel'de açıkça kuzey işaret ediliyorken, Sibylline'de bugünkü Etiyopya, o zamanki Aksum Krallığı'ndan da bahsediliyor.

Aksum Krallığı'nın kuzey ucu ile İskender'in imparatorluğunun güney ucunun neredeyse birbirlerine değiyor olmalarından kaynaklı olduğunu düşündüğüm bir sebepten Gog ve Magog ülkesi bu şekilde düşünülmüş olabilir. Veyahut o dönemde harita bilgisinin bu anlatıları oluşturanlar tarafından kolaylıkla edinilemeyen bir bilgi olmasından kaynaklı da bu karışıklıklar gerçekleşmiş olabilir. O zamanlar bilinen Dünya, bir yazımızı da kendisi için ayırdığımız Eratosthenes'in çizdiği şekliyle aşağıdaki kadardı. Kuzey kavramı, Dünya'nın sonu, ucu ya da diğer tarafı gibi algılanmış ve birbirlerine karışmış olabilir.

Hasılı, İskender kısa ömründe gerçekten Gog veya Magog ile karşılaştı mı bilemiyoruz ancak ölümünden yıllar sonra ismi, Zülkarneyn, yani Çifte Boynuzlu olarak bu anlatılarda farklı şekillerde ortaya çıkacak. Buna daha sonra geleceğiz.

M.S. 100

Bir diğer önemli eski kaynak, Yahudi geleneğinde Ezekiel’in devamı niteliğinde yorumlanan ve daha sonra Hristiyanlıkta da yankı bulan Yuhanna’nın Vahyi kitabıdır. Vahiy 20:7-9’da, bin yıllık barış döneminden sonra Şeytan’ın salıverileceği, Gog ve Magog’un dünyanın dört bir yanından toplanarak azizlerin de yaşadığı kutsal mekanlara ve şehirlere saldıracağı, fakat Tanrı tarafından ateşle yok edilecekleri anlatılır. Burada da Sibylline anlatısının devamı olacak şekilde, Gog ve Magog, bir hükümdar ve ülke olmaktan çıkmış ve insanlığın sonunu getirmek için Şeytan'ın etrafında birleşen büyük bir kötülük ittifakının iki halkına dönüşmüş. Bu vahiyde aynı zamanda bu halkların sayısının topraktaki kum zerreciklerinden daha fazla olduğu da söyleniyor. Anlatı öyle şekilleniyor ki, sanki "Tanrı'nın halkı"nın, ortada bir yerde sıkışmış ve çepeçevre düşmanlarla çevriliymiş ve fakat buna rağmen son savaştan galip çıkacaklarmış.

Aynı dönemlerde Romalı-Yahudi tarihçi Flavius Josephus da “Yahudilerin Tarihi” adlı eserinde, bölüm 6'da Magog’dan söz ederken onun Yafes’in yedi oğlundan biri olduğunu söyler. (Bazı kaynaklar Yafes'in sekiz oğlu olduğunu da söylüyor ancak bu bilginin Nuh Nebi'den kalma olduğunu düşünecek olursak, ki Yafes'in kendisi de Nuh Nebi'nin oğlu olur, bu kadarcık bir hata gayet normal karşılanabilir. Ayrıca Magog'un 700 yıl kadar önce bir ülkenin adı olduğunu da hatırlatmak isterim.) Onun kurduğu ülkeye ilk başta Magoglular (Magogites'ı böyle çevirdim) dendiğini ama Yunanlıların daha sonra bunu İskitler olarak adlandırdığını söyler. İnsanın "Öyle isim değişikliği mi olur? Magog nere, İskit nere?" diye sorası geliyor ama adam tarihçi, bir şey diyemiyorum.

 

Bu bağlam ile birlikte Gog ve Magog'a, tarihsel halklarla ilişkilendirilerek coğrafi bir gerçeklik kazandırılmaya çalışıldığına şahit oluyoruz.  Böylelikle, daha eski kaynaklarda gelecekte bilinmeyen bir zamanda geleceği söylenen Gog ve Magog yerine, halihazırda var olan toplumlar işaret edilmeye, hedef gösterilmeye başlanmıştır. Josephus’un bu yaklaşımı, sonraki dönemlerde de sıkça görülen bir eğilimi yansıtır: mitolojik veya eskatolojik bir figürü somut halklarla ilişkilendirme çabası.

M.S. 400

Az evvel telaffuz ettiğimiz bu, Yecüc ve Mecüc'ü gerçek halklarla ilişkilendirme çabasının dönem dönem yaşanan olaylarla ilişkili bir şekilde ilerleyen yıllarda artarak devam ettiğini görüyoruz.

Hun'lar, M.S. 350 yılı dolaylarında Alanlar'ı(*) yenip Hazar Denizi bölgesinin büyük kısmını kendilerine bağlamışlar, ki Alanlar'ın yenildikten sonra Avrupa'nın büyük bir bölümüne dağılmış oldukları aşağıdaki haritada görülüyor. Tartışmalı bazı kaynaklara göre, bu olaydan etkilenen ve belki de sıranın kendilerine gelebileceğini düşünen Urfa Piskoposu Efraim'in, St. Josephus'un ve St. Jerome'un onlar hakkında: "Bunlar Yecüc ve Mecüc'ün süvarileridir. Atları üstünde fırtına gibi uçuyorlar, karşılarında hiç kimse duramıyor." diye söyledikleri rivayet edilir. Bazı kaynaklarda bu yakıştırmanın Alanlar'a, ya da İskitler'e hitaben de söylenmiş olabileceği çünkü bu dönemlerde kuzeyden gelen halkların karıştırılabileceği belirtilmektedir. St. Jerome'un Filistin'e kaçıp sığınmak zorunda kaldığı sırada, onun üzerinde Hun'ların yarattığı endişenin de Gog ya da Magog işgali ile benzer olabileceği bazı kaynaklarda dile getirilmektedir. (Bkz. Donzel ve Schmidt - Gog and Magog in Early Eastern Christian and Islamic Sources)

Aşağıdaki haritada Alanlar'ın yerleşmiş olduğu yerleri incelediğimizde, bu bölgenin daha önce İskitler tarafından yerleşilmiş yerler olduğunu görebiliyoruz. Zaten Alanya'da (Alanlar'ın ülkesine ne dendiğini düşünüyordunuz?) konuşulan dillerin arasında İskitçe de bulunuyor. Alanlar'ı, yani bir nevi İskitler'i yurdundan eden bir tehlikenin, yani Hun'ların, Gog ve Magog'un yerini almış olabileceğini düşünmek, bu anlatıya inananlar için oldukça olası gözüküyor.

Evet. Dönem dönem yaptığımız incelemelerin sonunda, esas olarak bu konuyu araştırmaya başladığım yere gelebildim... Bir tarafta Yecüc ve Mecüc olarak nitelendirilen Türkler ve diğer yanda diğer tüm insanlar. En nihayetinde bu tarihlerde ortaya çıkmaya başlayan anlatının, benim çocukken duyduğum söyleme dokunmaya başladığını görüyoruz. Fakat benim yıllar önce duyduğum ile bu yeni bilgi arasında büyük, çok büyük, inanılmaz derecede büyük, anlaşılmaz derecede devasa bir fark var: burada Hun'lar kötü... Biraz daha devam edelim...

M.S 500

Kayserili Andreas, kıyamet üzerine yazdığı yazılarında, Gog ve Magog’u tehdit gördüğü kavimlerle özdeşleştirme geleneği sürdürür. Andreas'ın, kendinden önceki diğer Hristiyan metinlerinden de büyük ölçüde etkilendiği anlaşılmaktadır. Andreas, Gog ve Magog’u, Büyük İskender’in dünyayı istila etmelerini engellemek için inşa ettiğine inanılan efsanevi duvarın ardında hapsedilmiş Hunlar ve diğer "barbar" halklarla bağdaştırır; bu kavimlerin, kıyamet zamanına kadar dünyanın geri kalanına ulaşmaları engellenmiş olmalıydı, ama olmadı... Bu durumda nasıl bir çıkarım yapılmalı? Tabii ki akla en yatkın olan şu: Madem ki bu kavimleri tutan duvar geçildi, o zaman kıyamet çok yakın olmalı.

Aslında kıyametin yakınlığı ya da uzaklığı hakkında yorum yapabilmek için, üzerinde konuşulan zaman diliminin ne olduğunu bilmek gerekir. Aşağıda, Dünya'nın yaşı ve bu eskatolojik karakterlerin ortaya çıktığı dönemin karşılaştırmalı bir grafiğini görebilirsiniz.

4.500.000.000 yaşındaki dünyanın sonunun yaklaştığını söylüyorsak herhalde 80%'ini falan geçtiğimizi söylüyoruzdur. Bu da daha yaklaşık 1 milyar yıl daha var demek oluyor. Bu gayet mantıklı çünkü Güneş'imiz bir süre sonra büyüyerek bir kızıl deve dönüşecek ve Mars'a kadar bütün gezegenleri yutacak. Güneş'in bu kadar büyümesine gerçi daha 5-6 milyar yıl var. Ama ondan önce, yani yaklaşık 1 milyar yıl sonra yüzey sıcaklığı artarak Dünya'da yaşamı olanaksız kılacak. Bu da bizim baştaki 80% varsayımımızla benzeşiyor. Dolayısıyla, sonun yaklaştığı savı doğru çıkmış oluyor. 1 milyar yıl sonra Dünya'da hiçbirimiz olamayacağız maalesef. Uzun vadeli yatırımcıları buradan uyarmış olalım.

Dünya'nın sonunu getirecek olan bu olaylar zincirinin bu yukarıdaki grafikte ince bir kırmızı çizgi ile belirtilmiş kısımda (ki ben onu kalınlaştırdım, hiç gözükmüyordu) gerçekleşen bir takım olaylarla, daha net olmak gerekirse, bazı toplulukların diğer toplulukları istila etmek üzere saldırıya geçmeleriyle tetiklenmesi ya da bu durumun kıyametin bir habercisi olması bu anlatıların merkezinde yer alıyor.

M.S. 600

İslam inancı ve Kur’an-ı Kerim’de ise Yecüc ve Mecüc ismiyle karşımıza çıkan bu figürler, özellikle Kehf Suresi’nde Zülkarneyn kıssasında anılır.

Bu noktada, daha önce söz verdiğimiz üzere biraz Zülkarneyn'in kim olduğundan bahsedelim:

Bazı rivayetlerde, yukarıda da biraz spoiler verdiğimiz üzere, Büyük İskender'in Zülkarneyn, yani çift boynuzlu olarak geçtiğini söyleyebiliriz. Bunda, aşağıdaki görseldeki gibi kendisini boynuzlu olarak resmedenlerin parmağı olduğu açıkça görülebilir.

Bu boynuzların hikayesi biraz daha eskiye dayanıyor aslında. Roma, Mısır'ı ele geçirdikten sonra, kendi tanrıları ile Mısır tanrılarının hibritleri ortaya çıkmış. Bunlardan biri de, Jüpiter (Roma Zeus'u) ile Mısır Tanrısı Amun-Ra'nın hibriti olan Jupiter-Ammon.

İskender de, Mısır'ı fethettikten sonra, kendisini o bölgenin fatihi olarak bu tanrısal figür ile ilişkilendirmiş.

Bir başka Zülkarneyn anlatısı ise Pers Kralı Büyük Kiros. Kendisi, Babillileri barışçıl bir şekilde dize getirerek sürgündeki Yahudilerin serbest kalmasını sağlamış ve tapınaklarını yeniden inşa etmelerine izin vermiş, merhametli bir kral olarak biliniyor. Tevrat'ta Kiros'tan bir kurtarıcı olarak da bahsediliyor. Aşağıdaki görselde, Kiros'un başının üzerinde, boynuzu andıran iki uzantı bulunuyor. Bu da Büyük Kiros'u, Zülkarneyn adayları arasına sokmak için gayet yeterli bence.

Üçüncü adayımız ise Oğuz Kağan. Bazı kaynaklarda, Orhun Yazıtları'nda geçen, "Tanrı buyurduğu, kutum var [olduğu] için, gücüm var [olduğu] için ölecek boyları diriltip yedirdim. Yalın (çıplak) halkı donlu, yoksul halkı varlıklı kıldım. Az halkı çok kıldım..." ifadelerinden hareketle, merhametli ve tanrı buyruğu ile hüküm süren bir hükümdar olarak kendisinden bahsedilir. Buna ek olarak Reşîdüddîn Fazlullah-ı Hemedânî'nin Câmiʿu’t-Tevârîh eserinde yer alan "Reşideddin Oğuznâmesi", Oğuz Kağan'ı (Oğuz Han) Türk boylarının efsanevi atası olarak sunar. Bu Oğuzname'de Oğuz Kağan, babası Kara Han'ın putperestliğine karşı çıkarak Allah'a inanan bir figür olarak tasvir edilir. Bu nedenlerle, Zülkarneyn'in Oğuz Kağan olabileceğinden söz edilir. Bunun yanında  Ergenekon Destanı'nda mahsur kalınan vadiden dağların eritilererek çıkılması gibi bir olaydan bahsedilmesi ve Oğuz Kağan'ın, Kur'an'da Zülkarneyn'e atfedilen metal işleme kabiliyetine sahip olması ve dolayısı ile bu destanla örtüşmesi, bu çağrışımı yapmış olabilir. Kendisinin zamanında bu böyle miydi bilmiyoruz fakat ölümünden yüzyıllar sonra aşağıdaki gibi resmedildiğine şahit oluyoruz.

 

Ek olarak bu araştırmamda çift boynuzlu miğferlerin aslında oldukça yaygın olduğunu gördüm. Sizler de incelemek isterseniz wikipedia sayfasından başlayabilirsiniz.

Zülkarneyn'in kim olduğu ile ilgili birkaç iddia daha var fakat ben onlara yeterince kani değilim. Sizler de dilerseniz ve merak ederseniz bunu araştırabilirsiniz. Ben İslam'da Yecüc ve Mecüc ile devam edeyim.

Kehf Suresi’nin 92-99. ayetlerinde, Zülkarneyn’in doğuya ve batıya yaptığı seferlerden sonra iki dağ arasına ulaştığı, orada halkın Yecüc ve Mecüc’ün saldırılarından şikâyet ettiği anlatılır. Zülkarneyn, halkın isteği üzerine demir kütleleriyle ve erimiş bakırla güçlü bir set inşa eder. Bu set, Yecüc ve Mecüc’ün yeryüzüne yayılıp bozgunculuk yapmasını engellemiştir. Ancak Kur’an, kıyamete yaklaşırken bu setin yıkılacağını ve Yecüc ile Mecüc’ün yeniden ortaya çıkacağını bildirir. Bu anlatı, Yecüc ve Mecüc’ün eskatolojik rolünü İslamî inançta pekiştirmiştir.

Hadis literatüründe de Yecüc ve Mecüc’e dair pek çok rivayet vardır. Özellikle Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buhari’de geçen hadislerde, Yecüc ve Mecüc’ün kıyamete yakın zamanda ortaya çıkacağı, insanlara karşı büyük bir fesat çıkaracakları ve sayı bakımından son derece kalabalık olacakları vurgulanır. Bazı rivayetlerde onların sayısının o kadar fazla olduğu söylenir ki, insanlar onlarla başa çıkamayacak, ancak Allah’ın müdahalesiyle helak edileceklerdir. İslam geleneğinde Yecüc ve Mecüc, Deccal fitnesinden sonra gelecek en büyük kıyamet alametlerinden biri olarak kabul edilir.

M.S. 1000

Orta Çağ’da coğrafi eserlerde de Yecüc ve Mecüc’ün adı sıkça geçer. Örneğin Arap coğrafyacısı İdrisi’nin 1154 tarihli haritasında, Yecüc ve Mecüc’ün yaşadığına inanılan bölgeler işaretlenmiştir. Bu tür coğrafi tasavvurlar, bilinmeyen ve uzak diyarların korkutucu kavimlerle doldurulduğunu gösterir.

Bu hali ile size çok anlaşılmaz geldiyse buna bir de şöyle bakın lütfen. Sipagetti olarak haritaları siz değerli okurlarımız için memnuniyetle 180° çeviriyor ve yakınlaştırıyoruz. Kırmızı daire içerisindeki alan, Karadeniz ve Hazar Denizi'nin biraz kuzey doğusunda yer alıyor.

İslam dünyasında, özellikle Abbasiler dönemindeki Moğol istilaları döneminde, Yecüc ve Mecüc’ün bu kavimler olabileceğine dair yorumlar yoğunluk kazanmıştır. Bu anlatıda da tekrar eskatolojik figürlerin gerçek halklar ile zamanın ve şartların işaret ettiği şekilde ilişkilendirildiğini görüyoruz.

M.S. 1300 ve Sonrası

Aşağıdaki 1300'lerde oluşturulmuş haritada ise Yecüc ve Mecüc anlatısına dayanan bazı tanımlamalar mevcut. Örneğin sol üst tarafta İskender'in Kapısı diye işaretlenmiş bir kısım var. Bu kapının sınırlandırdığı, Hazar Denizi yakınlarındaki dört tarafı dağlarla çevrili kısım içerisinde, insan yiyen, kan içen, dondurucu koşullarda yaşamaya alışkın yaratıkların varlığından bahsedildiğini görüyoruz.

Harita biraz kafa karıştırıcı olabilir. Daha iyi anlaşılabilmesi için işaretlediğim kısmın güzel vatanımız olduğunu gördüğünüzde geri kalanı rahatlıkla tahmin edebileceksiniz. Aşağıda anlaşılması için farklı görsel daha var. Bu da oldukça yardımcı olacaktır.

Gog ve Magog anlatısının bu tarihlerden sonra hayalgücü ile beslendiği ve kişilerin hayalgüçlerine teslim olduğu anlaşılıyor. Halk anlatılarında ve destanlarda Yecüc ve Mecüc'ün fantastik varlıklara, garip şekillere sahip canlılara, çok küçük ya da çok iri olan yaratıklara, hayvanî özelliklere donatılmış topluluklara dönüştüğünü görüyoruz. Bu durum bizi, yazının başındaki Gogmagog karakterinin nereden çıktığını da anlatıyor aslında. Bir aşamadan sonra, bir haritada, üzerinde "gog&magog" yazan canavara benzeyen bir yaratığın resmini gören biri elbette bunun dağların ardında yaşayan bir canavar olduğunu düşünebilir. Bu tür anlatılar, halkın hayal gücü ve korkularıyla şekillenen, dinî metinlerin ötesine geçen bir kültürel katman oluşturuyor.

Gogmagog demişken, bize bu yazıyı yazdıran dev yaratığın, Geoffrey of Monmouth’un “Historia Regum Britanniae” adlı eserinde bulunduğunu belirtelim.

Sonuç olarak, Gog ve Magog’un hikâyesinin tarih boyunca sürekli yeniden yazıldığını görebiliyoruz. Eski Ahit’te kuzeyden gelen düşman figürü olarak başlayan bu anlatı, Hristiyanlıkta kıyamet öncesi kötülüğün simgesi hâline gelmiş, İslam’da Zülkarneyn’in inşa ettiği set ile ilişkilendirilmiş, tarihsel süreçte İskitler, Hunlar, Türkler ve Moğollar gibi kavimlerle özdeşleştirilmiştir. Modern çağda ise ideolojik ve politik metaforlar için hala kullanılmaktadır. Dinî metinlerden halk masallarına, coğrafi haritalardan modern romanlara kadar uzanan bu serüven, Gog ve Magog’un yalnızca geçmişin değil, bugünün de canlı bir simgesi olmaya devam ettiğini göstermektedir.

Bu inanışa dair günümüzden bir örnek vererek bitirelim. Aşağıdaki kitap, güncel olaylara 2500 yıl öncesinden gelen bazı metinleri referans göstererek ışık tutuyor(!).

Bu kitabı, siz değerli Sipagetti okurları için özetledik. 

Magog, bu defa da Ruslarmış...

Müttefikleri, İran, Türkiye, Libya, Sudan, falanmış.

Maksatları, İsrail'in zenginliklerini ele geçirmekmiş.

Tarafsız Suudi Arabistan ve Yemen öylece durup olan biteni izliyorlarmış.

Tanrı, Magog ve müttefiklerini doğa olayları ile cezalandırıyormuş.

Ezekiel ne kadar da doğruymuş... 

 

Aydınlandığımıza göre yazımızı bitirebiliriz. Bir sonraki yazımıza kadar merak edip öğrenmeye devam edin sevgili okurlarımız.


Yorum yazmak için giriş yapın.
Giriş Yap
rolex hulk production tag heuer calibre 17 replica louis vuitton replica bags panerai flyback 1950 breitling navitimer world a24322 replica handbags uk perfectwatches rolex sea dweller models replica hermes g shock watches price in india omega seamaster orange rubber strap replica chanel rolex day date ii history omega homage watches fendi replica